Mirasın Reddi, Mirastan Feragat, Mirasçılıktan Çıkarma Hakkında Bilinmesi Gerekenler

Mirasın Reddi, Mirastan Feragat, Mirasçılıktan Çıkarma Hakkında Bilinmesi Gerekenler

Bir gerçek kişinin ölümünden sonra ona ait intikal edebilir hukukî ilişkilerin ve bu hukukî ilişkiler üzerinde hak sahibi olacak kişilerin tespit edilmesi miras hukukunun esaslı konularından birisidir. Miras hukuku kurallarının ve hükümlerinin uygulanmaya başlanabilmesi için bir gerçek kişinin ölümü gerekmektedir. Zira miras, miras bırakanın ölümü ile açılır.

Mirasın açılmasıyla birlikte miras bırakana yakınlıkları dolayısıyla başta eş ve daha sonra miras bırakanın belirli dereceye kadar kan hısımları miras bırakanın geride kalan malvarlığı üzerinde hak sahibi olurlar ve borçlarından sorumlu olurlar. Miras bırakanın hayatta bulunan kan hısımlarından hangilerinin ona mirasçı olabileceği Türk hukukunda zümre sistemine göre belirlenmektedir. Sağ kalan eşin mirasçılığında kabul edilen prensiplerle birlikte zümre sistemi, miras bırakanın “yasal mirasçılarının” belirlenmesinde kullanılan bir sistemdir.

Bundan başka ölüme bağlı tasarruf serbestisi içerisinde kendisine mirasçı tayin edebileceği “atanmış mirasçı” niteliğindeki mirasçıları da bulunabilir. Ne var ki, gerek sağ kalan eş, gerek zümre sistemi gereğince miras bırakana mirasçı olabilecek kişiler, mirasın reddi, mirastan feragat, mirastan yoksunluk, mirasçılıktan çıkarma gibi bir sebeple mirasçılık haklarını yitirebilir. Miras bırakanın ölüme bağlı tasarrufu sonucunda atanmış mirasçı sıfatını kazanabilecek kişiler ise mirasın reddi ve mirastan yoksunluk sebepleriyle mirasçılıktan doğan haklarını kaybedebilirler.

Mirasçıların belirlenmesi, miras bırakanın intikal edebilir hak ve borçlarının sahiplerinin belirlenmesi açısından önemlidir. Zira mirasçılar terekede yer alan haklara tek başlarına değil, TMK m. 640/2 gereğince elbirliği ile sahiptir ve bunun sonucu olarak da terekede yer alan hakları etkileyebilecek tüm işlemleri birlikte yapmak zorundadır. Bundan başka, TMK m. 599/2 ve 641/1 birlikte değerlendirildiğinde mirasçılara miras bırakanın borçlarından dolayı müteselsil ve şahsen sorumluluk şeklinde ağır bir sorumluluğun yüklendiği görülmektedir.

İşte bu sebeplerle miras ortaklığı ilişkisinde yer alacak mirasçıların belirlenmesi ve mirasçılık sıfatını yitiren kişilerin miras hukukunda geçerli olan genel kuralların aksine miras bırakanın borçlarından sorumlu tutulabilecekleri istisnai durumların incelenmesi önem arzetmektedir. Miras açıldığında, miras bırakanın birden fazla mirasçısı bulunması durumunda ise, tereke, mirasçıların tamamına bir bütün (kül) hâlinde geçer.

Başka bir deyişle tereke, birden fazla mirasçıya bölünmemiş vaziyette intikal eder ve paylaşmaya kadar da özel bir malvarlığı olarak varlığını sürdürür. Paylaşma tamamlanıncaya kadar, mirasçıların oluşturdukları topluluk hukuken kendine özgü bir topluluk olarak değerlendirilmiş ve bu durum kanunda “miras ortaklığı” olarak ifade edilmiştir. Miras ortaklığına yasal ve atanmış mirasçılar dâhildir. Ancak, mirastan feragat edenler, mirası reddedenler, mirastan çıkarılanlar ve mirastan yoksun bulunanlar miras ortaklığında yer almaz. Bunun sonucu olarak bu kişiler terekede yer alan hak ve borçlara sahip olamazlar.

Mirasçılıktan Çıkarma

Türk Medeni Kanunu’nun 510. maddesine göre miras bırakan belirli durumların gerçekleşmesi hâlinde ölüme bağlı bir tasarrufla saklı paylı mirasçısını mirasçılıktan çıkarabilmektedir. Böyle bir durumda, mirasçılıktan çıkarılan kimseye düşecek olan miras payı, miras bırakan başka türlü bir tasarrufta bulunmuş olmadıkça, miras bırakandan önce ölmüş gibi, mirasçılıktan çıkarılanın varsa altsoyuna, yoksa miras bırakanın yasal mirasçılarına kalır. Bu sonuç, sadece mirasçılıktan tam çıkarma hâli için geçerlidir.

Bununla birlikte, miras bırakanın TMK m. 510’daki fiillerden birini gerçekleştirmiş bulunan mirasçısını saklı payının tamamı için mirasçılıktan çıkarması şart değildir; miras bırakan dilerse saklı payının bir kısmı için geçerli olmak üzere mirasçılıktan çıkarma hakkını kullanabilir. Mirasçılıktan çıkarma, miras bırakana, saklı paylı mirasçısını mirastan uzaklaştırma imkanı veren bir ölüme bağlı tasarruftur.

Bu bakımdan saklı paylı olmayan bir mirasçının mirastan çıkartılması, teknik anlamda mirasçılıktan çıkarma olmayıp alelâde bir mirastan uzaklaştırmadır. Dolayısıyla TMK m. 505’te saklı paylı mirasçılar arasında sayılmayan yasal mirasçılardan birinin, mirasçı olmayacağının belirtilmesi veya onun payı üzerinde tasarrufta bulunulması mirasçılıktan çıkarma sayılmadığı için böyle bir tasarrufun mirasçılıktan çıkarma sebeplerinden birine dayanması gerekmez.

Dikkat edilmesi gereken bir husus da şudur: Mirasçılıktan çıkarma, genellikle kusurlu bir hareketin sonucu olduğu için temyiz kudretinden yoksun olanlar ve küçükler mirasçılıktan çıkarılamaz. Bir tür özel hukuk cezası niteliğinde olan mirasçılıktan tam çıkarma hâlinde çıkarılan kişi mirasçılıktan doğan haklardan yararlanamaz. Öte yandan mirasçılıktan kaynaklanan sorumluluklardan da kurtulmuş olur. Bu bakımdan, mirasçılıktan çıkarılan kimseler görünüşte mirasçı olmalarına rağmen gerçekte mirasçılık sıfatlarını yitirdikleri için miras ortaklığına dahil olamazlar.

Miras açıldığında görünürde mirasçı olan bu kişiler çıkarma tasarrufunun ortaya çıkması ile birlikte tereke üzerindeki zilyetliklerini gerçek mirasçılara devretmekle mükelleftirler. Kısmî mirasçılıktan çıkarma hâlinde ise, saklı paylı mirasçının saklı payı azalır, fakat mirasçılık sıfatı ve dolayısıyla miras ortaklığı üyeliği devam eder. Miras bırakanın ölüme bağlı tasarrufuyla mirasçılıktan çıkarılan kişi genel iptal sebeplerine veya miras bırakanın mirasçılıktan çıkarma sebebinde açık bir hataya düşmüş olmasına dayanarak çıkarmanın iptalini isteyebilir.

Hangi sebeple iptal davası açılmış olursa olsun, davanın olumlu sonuçlanması hâlinde mirasçılıktan çıkartılan kişi tekrar mirasçı sıfatını kazanır ve miras payının tamamını alır. Bunların dışında mirasta çıkarılan kişi çıkarma tasarrufunda sebebin gösterilmediği ya da gösterilen sebebin yetersiz olduğu gerekçesiyle tenkis davası açarak saklı payını alabilir. Burada ilk durumdan farklı olarak mirasçı, miras payının tamamına değil yalnızca saklı payına kavuşmuş olmaktadır.

Mirastan Feragat

Türk Medeni Kanunu m. 528/1 gereğince, mirastan feragat sözleşmesi, miras bırakan ile muhtemel mirasçı arasında yapılan ve muhtemel mirasçının ilerideki miras payından tamamen veya kısmen ivazlı ya da ivazsız olarak vazgeçmesini öngören miras sözleşmesidir. Muhtemel mirasçı, mirastan feragat sözleşmesi ile mevcut bir hakkından değil beklenen bir hakkından ve mirasçı olmaktan feragat etmektedir.

Dolayısıyla feragat sözleşmesi mirasçılık sıfatının kazanılmasına baştan engel olur. Mirastan feragat sözleşmesi, miras hakkından vazgeçen mirasçı açısından ölüme bağlı bir tasarruf değil, bilakis sağlararası bir hukuki işlemdir. Ancak, miras bırakan açısından ölüme bağlı tasarruf niteliğindedir. Mirastan feragat, taraflar arasında bir anlaşmanın varlığını gerektirdiği için ancak miras sözleşmesi ile yapılabilir, vasiyetnameye konu olamaz.

Eğer mirastan feragat sözleşmesi ivazlı olarak yapılmışsa, aksi kararlaştırılmış olmadıkça, feragat eden mirasçının altsoyu da miras bırakana mirasçı olamaz. (TMK m. 528/3). Buna karşılık, ivazsız feragat altsoyu etkilemez; dolayısıyla feragat edenin altsoyu, mirasçılık sıfatını elde edebilir. Kural olarak mirastan tam feragat hâlinde, feragat eden, mirasçı mirasçılık sıfatını kaybedeceği için miras bırakanın borçlarından da sorumlu olmaz. Keza feragat eden, miras bırakan öldüğünde miras paylaşımı için çağrılmaz.

Mirastan feragat payın tamamı hakkında olabileceği gibi bir kısmı için de söz konusu olabilir. Kısmî feragatte, feragat eden mirastan daha az pay almakla ya da saklı payın korunmasından yoksun olmakla beraber, mirasçılık sıfatı devam ettiği için, onun diğer mirasçılarla birlikte miras bırakanın borçlarından şahsî ve müteselsil sorumluluğu devam eder.

Mirasın Reddi

Mirasın reddinin düzenlendiği TMK m. 605’e göre iki çeşit red bulunmaktadır. Buna göre red, mirasçının iradesinden kaynaklanıyorsa gerçek ret; kanunun koyduğu bir karineden kaynaklanıyorsa hükmî red söz konusu olur.

Mirasın gerçek reddi, mirasçılık sıfatını kazanmış olan mirasçının kendi iradesi ile bu sıfata son vermesini ve miras ortaklığından nihaî olarak çıkmasını ifade eder. Türk Medeni Kanunu’nun 606. maddesine göre yasal mirasçılar, mirasçı olduklarını daha sonra öğrendikleri ispat edilmedikçe miras bırakanın ölümünü öğrendikleri tarihten; atanmış mirasçılar ise miras bırakanın tasarrufunun kendilerine resmen bildirildiği tarihten itibaren üç ay içerisinde mirası reddedebilirler. Ret beyanında herhangi bir gerekçe gösterilmesi gerekmez.

Gerçek red, mirasçılık sıfatını kazanmak istemeyen mirasçıya tanınmış bir haktır. Bu sebeple ret ancak mirasın intikali, yani miras bırakanın ölümünden sonra yapılabilir. Ret sonucunda, mirasın açıldığı tarihten itibaren mirasçılık sıfatı kaybedilir; dolayısıyla reddeden mirasçı, mirası hiç iktisap etmemiş gibi olur. Yasal mirasçılardan biri mirası reddederse onun payı, miras açıldığı zaman kendisi sağ değilmiş gibi hak sahiplerine intikal eder. Buna göre, eğer mirası reddeden yasal mirasçının altsoyu varsa, halefiyet ilkesi gereğince onun miras payı altsoyuna geçer (TMK m. 611/1). Reddeden mirasçının altsoyunun bulunmaması hâlinde ise reddolunan miras payı yatay şişme prensibine göre diğer yasal mirasçılara geçer. Mirası reddeden atanmış mirasçının payı ise, miras bırakanın arzusunun başka türlü olduğu anlaşılmadıkça, miras bırakanın en yakın mirasçılarına kalır (TMK m. 611/2).

Görüldüğü üzere mirası reddeden mirasçı miras ortaklığından çıkmaktadır. Mirasın reddinin hukukî sonucu mirasçılık sıfatının kaybedilmesi ve miras bırakanın borçlarından sorumluluğun kalkmasıdır. Hem gerçek rette hem de hükmî rette aynı sonuç geçerlidir. Mirasçıların mirası reddetmeleri hâlinde artık mirasçılar hakkında takip yapılamaz. Miras bırakan hakkında kesinleşmiş bir mahkeme kararı bulunsa dahi durum değişmez.

Mirasçılar, mirası reddetmiş olduklarını belirterek borçlu olmadıkları yolunda itiraz edebilirler. Ancak TMK m. 618’de istisnaî bir düzenlemeye yer verilmiştir. Buna göre: “Ödemeden aciz bir miras bırakanın mirasını reddeden mirasçılar, onun alacaklılarına karşı, ölümünden önceki beş yıl içinde almış oldukları ve mirasın paylaşılmasında geri vermekle yükümlü olacakları değer ölçüsünde sorumlu olurlar.” Miras hukukumuzda yasal ve atanmış mirasçılık olmak üzere iki tür mirasçılık öngörülmüştür. Hem yasal mirasçılar hem de atanmış mirasçılar miras bırakanın külli halefi niteliğindedir ve onun intikale elverişli haklarının ve borçlarının sahibidir.

Ancak kanunda ifade edilen belirli durumların gerçekleşmesi durumunda bu mirasçılar mirasçılık sıfatlarını ve mirasçılıktan doğan haklarını kaybedebilmektedir. Mirasçılıktan çıkarma, mirastan yoksunluk ve mirastan feragat durumunda mirasçılık sıfatı, daha miras açılmadan engellenmiş bulunmaktadır. Mirası ret durumunda ise mirasçılık sıfatı, mirasın açılması ile birlikte kazanılmaktadır; ancak kanunda belirtilen süreler içerisinde olumsuz irade beyanıyla birlikte geçmişe etkili olarak ortadan kalkmaktadır.

Mirasçılık sıfatının kaybedildiği tüm bu hâller miras payının tamamından uzaklaşma/ uzaklaştırılma durumlarında geçerlidir. Zira kısmî uzaklaşma/uzaklaştırılma durumunda mirasçılık sıfatı ve buna bağlı hak ve borçlar devam etmektedir. Mirasçılık sıfatının yitirilmesi olarak ifade edilen hâllerde mirasçılık sıfatının ortadan kalkması kesin ve mutlak değildir. Çünkü Türk Medeni Kanunu’nda belirtilen bazı durumların gerçekleşmesi hâlinde mirasçılık sıfatının tekrar kazanılması mümkün olabilmektedir.

Örneğin, mirasçılıktan çıkarılan kişinin gerekli şartların bulunması hâlinde mahkemeye başvurarak çıkarmayı iptal ettirmesi, mirastan ivazlı feragat eden kimsenin aldığı şeyleri terekeye iade etmeyi tercih etmesi gibi hâllerde mirasçılık sıfatı tekrar kazanılır ve söz konusu kişi miras ortaklığı içerisinde yer alır. Mirasçılık sıfatını kaybeden kişi mirasçılığa bağlı haklara sahip olamayacağı gibi miras bırakanın borçlarından da sorumlu olmaz.

Kural böyle olmakla birlikte mirastan ivazlı feragat ve mirası ret durumu ile ilgili olarak belirli şartların gerçekleşmesi hâlinde sorumluluğun doğabileceği Türk Medeni Kanununun 530. ve 618. maddelerinde düzenlenmiştir. Önemle belirtmek her iki durumda da sorumluluk talîdir.

Dolayısıyla bu kişiler ancak alacaklıların kısmen veya tamamen diğer mirasçılar tarafından tatmin edilememiş olmaları durumunda sorumlu tutulabilecektir. Sorumluluk talî olmasının yanında aynı zamanda sınırlıdır; buna göre mirasçılar tüm malvarlıklarıyla değil, miras bırakanın ölümünden beş yıl öncesine kadar ondan aldıklarıyla sınırlı olarak sorumludur.

YENİ MAKALELER
KATEGORİLER